Prometheus’un ateşi insanlara hediye etmesinden beridir ateşle imtihanımız hiç bitmemiş. Kimi toplumlarda ateşin kutsallığı bir din öğretisine evirilip ritüel haline dönüşürken, bilim insanlarına göre ise evrimimizin en büyük sıçramaları ateşin kontrol altına alınıp kullanıma başlamasıyla olmuştur.
Tarih boyunca ateşle ilgili birçok destan türetilmiş, birçok hikâye anlatıla gelmiştir.
İbrahim Peygamberin Nemrut tarafından ateşte yakılmak istenmesi, Demirci Kawa öldürdüğü zalim kral için sarayı ateşe vermesi, Yaşar Kemal’in Ağrı Dağı Efsanesi’nde bahsettiği Ahmet adlı bir çobanın Paşanın kız kardeşine olan aşkı için Ağrı Dağı’nın tepesinde ateş yakarak sevdiğine kavuşma mücadelesi… Ateşle ilgili misaller sayısız bir şekilde uzayıp gider. Ne bilgi dağarcığım yeter bunu anlatmaya ne de yüreğim yeter her anlatılanı kaldırmaya.
Fakat bugün anlatacağım yeni bir ateş hikâyesi var size; Yanan Su Gösteri Sanatları Sahnesi’nin hikâyesi…
Bizler anlatıcıyız. Kimi zaman “Köşe Başı”ndan, kimi zaman masa başından… İşimiz bu. Maharetimiz bu yönde gelişmiş, gelişmeye devam ediyor. Son olarak coğrafyamızdan mesafe olarak uzak, kader olarak ortak bir Filistin hikâyesini, Maskeliler’i anlattık insanlara. Anlatmaya çalıştık aslında gücümüz yettiğince. Biz anlattıkça dinleyenler-izleyenler ağlar, güler, onlar anladıkça biz şevke gelip daha çok anlatmak isteriz. Budur bizim alâmetifarikamız. Velhasılıkelam, bir yanan ateşin neden yandığı o ateşin anlamını ne kadar değiştiriyorsa, bizim anlattığımız hikâyenin anlamı da ateşimizi o kadar değiştiriyor…
17 Ağustos günü, gece yarısı, Fatih’te, Aksaray’ın göbeğinde, karşısında Ganyan Bayisi, Arkasında Pertevliyan Lisesi, yanında bir ilköğretim okulu olan Su Gösteri Sanatları Sahnesi yandı!
Şimdi size sormak istiyorum; orada yanan sadece sahne mi? Sadece ahşap kaplamalar, kostümler, kitaplar, gazeteler, bilet koçanları ve masa-sandalyeler mi? Orada yanan sadece koltuklar ya da üst üste dizilmiş adına sahne dedikleri ahşap yükselti mi?
Peki, nerede bizim hikâyelerimiz? Peki, nerede bizim anlatacaklarımız? Yananlar arasında var mı acaba henüz anlayanına ulaşamamış düşünceler? Yananlar arasında var mı belki de bir insanın insanlığını ona hatırlatan replikler? O yanan ahşapların arasına mı sıkıştı bizim geceler boyu yaptığımız provalar? Hangi yanan kostümde gizliydi henüz söylenmemiş olan söylenmeye hazır olan fikrimiz? Yüreğini avucuna alıp, gece vakti provadan çıkıp Aksaray’ın ortasında son otobüsüne yetişemeye çalışan arkadaşımın hayalleri yanmadı mı? İşini gücünü bırakıp orayı santim santim boyayan Halit Usta, tuğlalarını dizen Zeki Göker, oyunlarını yazan Sermet Çağan yanmadı mı?
Kardeşim kelimesinin bile yetersiz kaldığı Özgür Su’nun geleceği, onunla ilgili yapılan planlar bu sahne yangınından dolayı yanmadı mı?
Nerede Nurhan’ın evindeki çorbaya katacağı aştan ayırarak ödediği sahnenin elektrik faturası? O da yananlar içerisinde mi?
Ya Nazif Ağabeyin yılları? Ellerimizle attığımız o molozların arasında onun gençliği, emekleri, alın teri, mücadelesi var mı?
Dedim ya; ateşle ilgili çok hikâye anlatıldı bize diye…
Ben de size bu yazı da bir hikâye anlatmak istedim.
Bir varmış, bir yanmış…
Vakti zamanında birileri ateş başında sevdiğiyle otururken, üç tane tiyatro emekçisi kaldırımda oturup, sahnelerini yakan ateşe bakıyormuş…
BERAT BEYOĞLU