“Ben tiyatroya her gidişimde değişik bir karakter oldum ve o karakterlerin gözünden oyunu seyretmeye çalıştım.”
BERAT BEYOĞLU: Merhaba Baysan Bey, Hoş geldiniz…
BAYSAN PAMAY: Merhaba Berat, Hoş buldum.
B.B. : Başlarken sizi tanımayan okuyucularımız için size Baysan Pamay kimdir diye sorarsam ne cevap verirdiniz?
B.P. : Baysan Pamay, 76 yaşında emekli bir devlet memuru. 1986 senesine kadar devlette görev yaptım. Bu tarihten sonra devlet memurluğundan özel Antalya azeri escort sektöre geçtim. Televizyon fabrikalarında yöneticilik yaptım. 2006’da da tamamen emekli olmaya karar verdim ve o zamandan beri de emekli olarak yaşıyorum hayatımı.
B.B. : Emeklilik hayatı nasıl geçiyor?
B.P. : Emeklilik hayatı hepinizin bildiği gibi dolu dolu geçiyor. Tiyatroya giderek, kitap okuyarak, sinema, sergi vb. faaliyetlerle geçiyor.
B.B. : Peki tiyatroya olan ilginin artmasında emeklilikten sonra oluşan boşluğun etkisi var mı? Böyle bir önyargı var genellikle…
B.P. : Yok, benim 60’lı yıllardan beri tiyatroya özel bir yakınlığım vardı. Dormen Tiyatrosu, Kenterler vs. giderdim. Benim için çok şey ifade ediyordu. Ama tabi o zamanlar malum öğrenci maaşıyla ancak haftada bir İstanbul Tiyatrosu’na gitmek, Toto Karaca’yı seyretmek veya Zafer mersin masöz twitter Madalyası’nda Haldun Dormen’i seyretmek mümkün oluyordu. Evlendikten sonra eşim de yavaş yavaş bana tiyatroda eşlik etmeye başladı. Böyle devam etti. 2006’dan sonra bunun avantajı bana daha çok vaktimin olması, hafta arası ve matinelerde de tiyatroya gitmek oldu.
B.B. : Peki İlk seyrettiğiniz oyunları hatırlıyor musunuz?
B.P. : İlk seyrettiğim oyunlardan biri Yeni Tiyatro’da Hisse-i Şayia… Hiç unutmuyorum, rahmetli Candan Sabuncu ile de konuşuyoruz geçen sene vefatından 3 gün önce, bir tarafta Vasfi Rıza bir tarafta Bedia Muvahhit çekiştiriyorlar kızı, onun üzerine Candan Sabuncu ‘Hatırlamıyor musunuz Baysan Bey, ortadaki kız bendim’ dedi. Allah rahmet eylesin, güzel bir anıydı. Yaygara 70, Erol Günaydın Ajans, Bahriye bunlar benim unutamadığım oyunlar. Kenter Tiyatrosu oyunları her zaman için zevkle seyrettiğim oyunlardı.
B.B. : Sizin bir röportajınızda okumuştum; İzlediğiniz oyunlarda kendinizi oyundaki herhangi bir karakterin yerine koyuyormuşsunuz. Özdeşleşiyor musunuz? Bu sizde nasıl bir etki uyandırıyor?
B.P. : Çok sevdiğim oyunlara birkaç defa gitmemin nedenlerinden bir tanesi de bu. Mesela sevgili Sumru Yavrucuk’un oynadığı altı defa seyrettiğim Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi, tek kişilik bir oyun. Fakat içinde 7 – 8 tane karakter var. Genç bir çocuk, asker babası, baba tasvip etmeyen çaresiz bir anne, apartmandaki komşuları… Ben tiyatroya her gidişimde değişik bir karakter oldum ve o karakterlerin gözünden oyunu seyretmeye çalıştım. Veya beş defa seyrettiğim Küskün Müzikali’nde ben bazen Kesik oldum, bazen oradaki kuzen oldum.
B.B. : Peki bunu bilinçli olarak mı yapıyorsunuz?
B.P. : Bilinçli yapıyorum, çünkü her karakterin yönünden bakınca olayı farklı tefsir ediyorum.. Ve o karaktere daha çok önem vererek onu daha dikkatli izliyorum.
B.B. : Prömiyer oyunlarına gitmeyi sadistlik olarak tanımlamışsınız. Neden böyle tanımladınız?
B.P. : Aslında o tanımlama bana ait değil. Çok sevdiğim Devlet Tiyatrosu sanatçısı Veda Yurtsever’in. Onun bir oyununa gidecektim, “Baysan Bey ilk oyunuma gelmeyin “dedi. Yok, geleceğim dedim, siz sadist misiniz? Dedi. “Biz ilk oyunda korkunç heyecanlı oluruz, stresli, asabi oluruz. Bizim o halimizi görmenizi istemem” dedi. Ben de ısrarla görmek istiyorum çünkü o sizin ham haliniz, 6 ay sonra o oyunda siz 3 adım ileriye 5 adım geriye otomatikleşmiş oynuyorsunuz ama ilk gün Bodrum suriyeli escort bütün yapılmayacaklarla ben oyunu görebiliyorum. Bundan dolayı çıktı. Aslında özellikle prömiyer olarak gitmiyorum. Sadece önceden bildiğim için tarihleri, gidip biletimi alıyorum genelde ilk oyuna denk geliyor.
B.B. : Sizce çok değişim oluyor mu ilk oyunla 10. oyun arasında mesela?
B.P. : Mutlaka oluyor. Bu genelde iyiye doğru oluyor ama ben yine de ilk oyunu tercih ediyorum. Mesel geçen sene benim izlediğim 300 oyun içinde çok sevdiğim bir oyun var; Dogville. Maalesef değeri bilinmedi. İlk gece ben oyuna bayıldım. Evet, teknik aksaklıklar oldu Bazı oyuncular aşırı heyecanlı idi. Ama ben onları tanıyordum ve biliyorum ki hepsi düzelecek. Bu belki de çok fazla oyun seyretmemden dolayı kendimce özel bir bakış açısı.
B.B. : Muhsin Ertuğrul’un bir sözü var; ‘Bir memleketin sanatında en affedilmeyecek şey; muhitin zevkini düşünerek eser intihap etmektir.’ Siz bir izleyici olarak bu söz hakkında ne düşünüyorsunuz?
B.P. : Doğru bir söz. Zaten Muhsin Bey için başka ne söylenebilir ki… Fakat iki türlü de düşünmek lazım, birincisi tamamen seyirciye oynayıp seyret ve unut tipi oyunlar yapmak veya tamamen kendini tatmin etmek için seyirciyi hiç dikkate almadan yapıp ancak seyirci gelmediği için değil bir sezon 3 ay sonra kaldırılan oyunlar yapmak. Bunu ilk defa söyleyeceğim; bir tiyatrocu arkadaşımla özel bir görüşme yaptık, bana oyun seçerken nelere dikkat ediyorsunuz, diye sordu; ben de bilinçli bir tiyatro seyircisi olarak kişisel yorumumu yaptım. Hakikatten bazı oyunlar var prömiyerine gittim 3 gün sonra kalktı, bazı oyunlar da var defalarca gittim 4. Senesini falan oynayan oyunlar var. Yani bu ne tamamen seyirciye göre olacak; seyirci gelsin 1 – 2 saat gülsün ertesi gün aklında bir şey kalmasın veyahut da gelsin 1 – 2 saat öfleye öfleye izlesin ama hiçbir şey anlamadan salonu terk etsin.
B.B. : Günümüzdeki tiyatro oyunlarını göz önünde bulundurduğunuzda hangisine dikkat edildiğini düşünüyorsunuz?
B.P. : Maalesef şu anda var olan oyunların yarısından fazlasının seyirci düşünülerek yapılan oyunlar olduğunu düşünüyorum.
B.B. : Bunun sebebi de daha çok ekonomik…
B.P. : Tamam çok güzel gişesini düşünmek zorunda tiyatrocu başka türlü ayakta kalamaz ama bunu yapacağı zaman mesela komedi yaparken sululuklardan, belden aşağı esprilerden kaliteli komediler de yapsınlar, Hem yerli yazarların hem de yabancı yazarların o kadar güzel ve uyarlanabilecek oyunları var ki. Bu şekilde olması gerekiyor gibi geliyor bana.
B.B. : Sizi de rahatsız ediyor sanırım bu durum. Oyunun ne için yapıldığını anlıyorsunuz hemen izlerken.
B.P. : Tabi tabi Beni çok iyi tanıyan bazı tiyatrocu arkadaşlar oyun sonu sorarlar?” Abi, bu oyunu ikinci defa seyreder misin diye”. Yani benim kıstasımdır cevabım.
B.B. : Çok uzun süredir tiyatro oyunları izliyorsunuz. Bugüne kadar unutamadığınız anı veya anılarınız var mı bizimle paylaşmak istediğiniz tiyatroyla ilgili?
B.P. : Çok yakınlarda olan bir anım var. Haldun Dormen benim için unutulmaz, tapılası bir adam. Onun ilk kitabını sahaflarda buldum, aldım kendisine imzalattım saklıyorum. Daha sonra iki kitap daha yazmıştı onları da sahaflardan buldum. Kibarlık Budalası oyununun 600. Oyun gecesinde Artı Sahne’ye gittim, o gece onları imzalatacağım. Yanımda o gece oturan kişi Gencay Gürün. Bence Muhsin Ertuğrul’dan sonra Şehir Tiyatroları’na olağanüstü, sihirli bir el değdirmiş bir hanımefendi. Bir tiyatrocu değil, tiyatro eğitimi almamış. Çok iyi bir tiyatro izleyicisi, bir diplomat eşi ama muhteşem şeyler yapıyor. Fakat biraz hafıza kaybı var. Eski günleri çok güzel hatırlıyor, mesela Evita’nın nasıl yapıldığını anlattı ama bir ay önce başka bir oyuna gittiğimizi hatırlayamadı. Ben de ona dedim ki; elimde iki tane kitap var, Haldun Bey’in kitaplarını buldum bunları imzalatacağım kendisine. Gülüştük sonra kulise girdik, oturuyoruz. Gencay Hanım elimdeki kitapları gördü aldı, Haldun’cuğum bak bunlar senin kitapların dedi. Haldun Bey de aa Gencay sen mi aldın kitapları dedi. Kitapların ikisinin üzerine de Gencay Hanıma diye hitap etti verdi Gencay Hanıma. Ben sonra bir ay içerisinde o kitaplardan birer tane daha buldum. Haldun Hocamın iyileşmesini bekliyorum, götürüp ellerimle imzalatacağım.
B.B. : Bundan bahsedince aklıma bir şey geldi; sanatçıların beyinlerindeki üretim bölümüyle hayatlarında yaşadıkları şey farklı mı sizce? Yoksa ortak bir üretim mi?
B.P. : Her ikisi de aslında biraz. Bu son senelerde 2010’dan itibaren çok tiyatrocu arkadaşım oldu ve onlarla benim arkadaşlığım sadece kuliste veya tiyatroda değil, dışarıda da devam etti. Evimde evlerinde çok oturmuşluğumuz, sohbetimiz var. Bu nedenle zaman zaman yaşadıkları ile ürettiklerinin farklı olduklarını düşündüğün oluyor. Zaman zaman da aksini
“Bizim kuşak çok şanslıyız. Vasfi Rıza’yı, Bedia Muvahhit’i sahnede izleyebildik.”
B.B. : Hangi oyunu tekrar sahnede görmek isterdiniz?
B.P. : Bir tanesi Hisse-i Şayia… Ama keşke ilk seyrettiğim halini… Biraz ukalalık olacak ama bence hata şurada; eski Osmanlıcayı almışlar cımbızla çekip Türkçeye çevirmişler. Bu biraz kötü olmuş Çünkü orada kız bağırıyor; ‘Ben hisse-i şayia mıyım’ diyor, bunu çevirip ortak mal mıyım dediğiniz de olmuyor. Orijinalinde oynanmalıydı. Eser kendini anlatıyor zaten. Merak eden de öğrenirdi.
B.B. : Gönül isterdi ki eski kadroyla…
B.P. : Tabi tabi… Bizim kuşak çok şanslıyız. Vasfi Rıza’yı, Bedia Muvahhit’i sahnede izleyebildik. Şimdi ancak millet filmlerden görecek. İşte Beklenen Şarkı ’da bir rolde Bedia Hanımı göreceksiniz ama o değil yani.
B.B. : Eski tiyatro oyuncularından bahsettiniz. Yeni yetişen nesildeki tiyatro oyuncularıyla karşılaştırdığınızda, nasıl buluyorsunuz yeni kuşağı?
B.P. : Belki okuyan arkadaşlar ukalaca diyecekler ama eski yetişen tiyatro oyucularının bir kısmı alaylı var bir kısmı da hep devlet tiyatrosundan, konservatuardan gelenler var. Şimdi bakıyorum çok çeşitli fakültelerden, kurslardan gelenler var. Her kurumda hepsi de saygın hocalar., ancak değişik kurumlarda eğitim alan oyuncuların ilk defa bir araya geldikleri oyunlar, hemen dikkatimi çekiyor. Eski tiyatro oyuncularının kaynağı tekti, sonra iki oldu aynı hocalar vardı. Buna karşılık, isim vermeyeyim, ödenekli tiyatroların birinde bir oyun var, 60 yaşında iki oyuncu farklı tarzda oynuyor, 40 yaşındaki oyuncular farklı okuldan mezunlar, 25 yaşındakiler de farklı okul. Oyun ekip oyunu olamıyor.
Konservatuarların okul oyunlarına çok gidiyorum. Öyle oyunlar var ki… En son Günün Çorbası’na gittim bayıldım. Günün Çorbası’nı Devlet Tiyatrosu’nda da izledim tam Devlet Tiyatrosu üslubunda. Ama öbür tarafta çocuklar öyle bir yapmış ki; muhteşem. Yeni jenerasyonda kalıp yok. Rol ne gerektiriyorsa onu yapıyor.
B.B. : Konservatuardan her yıl çok fazla sayıda arkadaşımız mezun oluyor. Ödenekli tiyatrolar kadro açmıyor. Özel tiyatrolarda maddi anlamda sıkıntı var. Böyle bir sıkıntılı durumun geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
B.P. : Çok üzülüyorum. Ben konservatuar oyunlarında gittikten sonra genellikle oradaki oyuncu arkadaşlarımızla sosyal ağlarda arkadaş oluyorum. Benim iki tane özel hobim var; birincisi bu çocukları tiyatrolarla tanıştırmak. İlanlar gördüğümde doğrudan gönderiyorum onlara cv’nizi atın diye. Bende de bir sürü cv var, gördüğüm anda gönderiyorum. Geçenlerde bir arkadaşa audition açıyor musun dedim; gelip bana müracaat etsinler dedi. Aç ilanını sayfanda yayınla sen de seçme yap. Bir başka yeni tiyatro ise, eksik olmasınlar, 4 tane yeni oyun yapacaklarmış 20 tane karakter arıyoruz diye haber verdiler. Bütün çocuklarıma, 52 tane falan genç var, bunlara mutlaka yazın cv gönderin diyorum. Sonrasına karışmıyorum sonrası seçicinin ama ben haber vererek aracı oluyorum. İkinci hobim de oyun bulmak. 800 den fazla arşivim var buna ek olarak 350 tane de pdf oyun metnim var. Geçenlerde bir arkadaş Tennessee Williams’ın Gökyüzüne Bir Merdiven’i arıyordu, var dedim gönderdim hemen. Ben günde 3 saat ayırıyorum nette tiyatro için. Bunun dışında yazarlarla, çevirmenlerle arkadaşlık kurdum. Mustafa Arıkoğlu, harika bir yazar var, Samsun Devlet Tiyatrosu’nda ödül aldı. Ben hemen iletişim kurdum; Mustafa Bey ben sizin oyununuzu çok beğendim, lütfen gönderebilir misiniz diye, hepsini gönderdi ben de bütün özel tiyatrolara yolladım okusunlar diye.
B.B. : Peki gidişat hakkında ne düşünüyorsunuz, bu kadar çok tiyatro ve tiyatro oyuncusu?
B.P. : Başka işlere el atacaklar. Dizilere gidecekler ya da senaryo yazacaklar. Benim çok sevdiğim arkadaşlarım var memleketine gidiyor babasının yanında çalışıyor veya burada garsonluk yapıyor. Çocukla karşılaştım geçen hafta burada benden utandı. Oğlum utanma dedim, sen değil sana bu imkânı vermeyenler utansın.
“Seyirci eğitilemedi. Bu başta ödenekli tiyatroların sorumluluğuydu, popüler kültüre kaçmadan seyirciye bu eğitimin verilmesi lazımdı.”
B.B. : Ama eski tiyatro oyuncuları da öyle değil mi, terzi olan da var, marangoz olan var…
B.P. : Tabi, tabi. Bırakanlar var, küsenler var, İstanbul dışına kaçanlar var.
B.B. : Geçmişten günümüze baktığınızda seyirci profili hakkında ne düşünüyorsunuz değişti mi, değiştiyse nasıl değişti? Günümüz seyircileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
B.P. : Maalesef değişti. Tiyatro büyüklerinin söylediği laflar vardı; seyirciyi yeterli şekilde eğitemediler. Seyirci eğitilemedi. Bu başta ödenekli tiyatroların sorumluluğuydu, popüler kültüre kaçmadan seyirciye bu eğitimin verilmesi lazımdı.
B.B. : Aslında Kenterler de böyle bir felsefesi benimsemişti.
B.P. : Kenterler mesela her sene bir tane klasik yapıyor, yanına bir tane popüler oyun yapıyor ama popüler oyun laylaylom değil. Yine meşhur bir komediyi alıyor getiriyor. Aynı şeyi Haldun Bey de senelerdir yapıyor.
Geçmişteki seyirci sahneye daha saygılıydı. O zaman telefon yoktu belki ama sahneye saygı vardı. Giyim kuşam olarak da daha saygılıydı. Ben de hala tiyatroya giderken kot pantolon giydiğim zaman utanıyorum. Bu konuda bir de anım var:
Oyun Atölyesi’ne gittim, Arzu Tramvayı’nın prömiyerine. Ceket ve kravatlıyım. Bir baktım etrafıma, önce kravatı çıkardım cebe koydum. Biraz daha zaman geçtikten sonra ceketi de çıkarıp gömleğim kollarını sıvadım. Kıyafetimle çok anormal durdum o seyirciye karşı.
Geçenlerde de bir oyuna gittim, 2. sırada oturuyoruz yanımda oturan bir kız bir erkek oyun sırasında konuşup durdular. Lütfen susar mısınız dedim, ters ters baktılar. Yani oyuna gelmişsin susup oyunu takip etmen lazım. Ben bunu hiçbir zaman daha önceki seyircide görmedim.
B.B. : Peki o jenerasyon buna nasıl hakimdi?
B.P. : Valla biraz da şeyden galiba sahnedeki oyunun kalitesi, oyunun ağırlığı.
“Bence bu büyük bir eksiklik, tiyatroya gitmek isteyen seyirci tek bir kanalda bulamıyor bugün hangi oyunlar var diye.”
B.B. : Tiyatro alanında metin, reji, oyunculuk anlamında müthiş bir mücadele varken bir yandan da tiyatro basını olarak insanlar mücadele alanı açmaya çalışıyor. Siz tiyatro basınının tiyatroya katkısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu olumlu da olabilir olumsuz da…
B.P. : En büyük eleştirim şu an sezon yaz, fakat Eylül’den itibaren herhangi bir yazılı basını açtığım zaman ben bugün tiyatroya gitmek istiyorum dediğimde hangi oyun nerede oynanıyor yok. Ben “oyunları tanıtsınlar”dan ziyade hangi oyun hangi sahnede bilgisine ihtiyaç duyuyorum.Sinemalar da var mesela sinemalar.com Her gün İstanbul’daki sinemalara bakıyorsunuz.
B.B. : Aslında Tiyatrolar.com.tr var.
B.P. : Tiyatrolar.com var ama maalesef çok eksik, kendisinin biletini satmadığı oyunların bir kısmını yazmıyorlar. Kışın karınca kararınca ben yapıyorum bunu. Her gün farklı kanallardan 3 saat boyunca toplayıp facebook sayfamda paylaşıyorum. Ancak ekipler sosyal medyada beni etiketlemezse ya da sitelerine girmezsem eksik kalıyor yine de. Bence bu büyük bir eksiklik, tiyatroya gitmek isteyen seyirci tek bir kanalda bulamıyor bugün hangi oyunlar var diye. Mesela bazı tiyatrolar diyor ki ben sitemde yayınlıyorum. Tamam, ama İstanbul’da 150 tane tiyatro var ben hepsine tek tek bakacak mıyım? Üç ödenekli tiyatro hariç tabi ki…
B.B. : Son olarak sizin söylemek istediğiniz, bizim bahsetmeyi atladığımız bir konu var mı?
B.P. : Bilhassa genç arkadaşlar için Haldun Dormen’in kitabındaki bir pasajdan bahsetmek istiyorum: Haldun Dormen zamanında liseyi bitiriyor, tiyatro eğitimi için Amerika’ya gidecek. Fakat bunu ailesinden saklıyor. Bir akşam, Tunç Yalman’ın babası Ahmet Emin Yalman ve annesi Rezzan Yalman, Dormen’lerle hep beraber Büyük Kulüp’te oturuyorlar. Haldun Bey’in annesi o sırada eğiliyor ve biliyor musun, Rezzan Hanım’ın oğlu kalkmış gitmiş tiyatrocu olmuş diyor. Ne kadar kötü annesi ne kadar üzülüyor diyor. Ben bunu okuduğum zaman Haldun Bey’i daha birçok sevdim. Haldun Bey’i babası destekliyor, anne falan herkes karşı.
Şimdiki gençlere de bakıyorum, bu sezon bir travestinin hayatını anlatıldığı oyunda anne en önde oturuyor, bir Haldun Bey’in annesini düşündüm bir de o gencin annesini düşündüm.
B.B. : Bunda popüler kültürün etkisi var mı?
B.P. : Tabi, popüler kültür deyince diziler akla geliyor.
B.B. : Nasıl bir sezon olacak sizce?
B.P. : Her sene öyle diyorum ama bu sene çok daha farklı olacak. Çok güzel bir müzikal geliyor, kopya veremem. 2 tane çok güzel yeni oyun geliyor. ‘Beyoğlu’nun En Güzel Abisi’ ve ‘On Küçük Zenci’. Çok sevdiğim bir kadın tiyatro sanatçısı var birkaç senedir özletmişti kendisini. çok güzel bir oyun yazıyor, yönetiyor, oynuyor.
B.B. : Sizi tanıdığımıza çok mutlu oluyorum. Umarım hep bizimle kalırsınız. Tiyatro Gazetesi adına da bize bu röportajı yapma imkânı tanıdığınız için çok teşekkür ederim.
B.P. : Ben çok teşekkür ederim Berat’cığım.