BURSA DEVLET TİYATROSU’NA AÇILAN ABSÜRT KAPILAR! |
Dr. Öğr. Üyesi Birgül Yeşiloğlu Güler
Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Sahne Sanatları Bölümü
Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı
Bursa Devlet Tiyatrosu bu sezon Ukraynalı yazar Neda Nejdana’nın yazdığı, çevirisini ve yönetmenliğini Senem Cevher’in yaptığı ‘Kapılar’ adlı oyunla Feraizcizade Oda Tiyatrosu sahnesinden seyircisine merhaba dedi. İki kişilik ‘kadın oyunu’ oyununun karakterlerine Süheyla Elbaş Zeybek ve Nazlı Ceren Argon hayat veriyor. Oyunun hem yönetmeni hem de çevirmeni olan Senem Cevher, Kapılar dışında pek çok metini de dilimize kazandırmış.
Yazar Neda Nezhdana 1971 doğumlu… Ukrayna’nın Kramatorsk, Donetsk Bölgesi’nde dünyaya gelmiş. Sadece bir oyun yazarı değil aynı zaman da bir kültür bilimci… Kiev Sanat Okulu’ndan (1982-1986), Kiev Yabancı Diller Enstitüsü (Fransız filolojisi, 1988-1993) ve Kiev Mohyla Akademisi’nden (kültoloji, 1992-1995) alanında eğitim almış… Yazarın tiyatro sanatına olan ilgisi Anatoliy Diachenko Modern Deneysel Dramaturji Merkezi’ndeki çalışmalarından sonra ağırlık kazanmış… Aynı zamanda gazeteci, dramaturg ve senaryo yazarı olan yazar şu an Kiev Ulusal Üniversitesi’nde öğretmen olarak çalışmakta… Yazın hayatını sadece tiyatro oyun yazarı olarak devam ettirmeyen yazarın şiir kısa öykü, radyo ve dizi yazarlığı yaptığı da bilinmekte… Fransızca, Rusça ve Berivorussian’dan çeviri yapan yazarın, oyunları da İngilizce, Fransızca, Rusça, Lehçe, Gürcüce, Ermenice, Estonca, Makedonca, Bulgarca, Sırpça, Almanca dillerine tercüme edilmiştir. Ukrayna Tiyatrosu’nun başarılı yazarlarından Neda Nejdana, Kapılar oyununda morgda sıkışıp kalmış iki kadının trajikomik öyküsünü absürd bir yönelişle sahneye aktarıyor. Yer yer sürrealist yer yer fantastik öğelerle bezenmiş öyküde absürd tiyatronun bilinen ‘az söz, az eylem’ kuralının aksine ‘çok söz, az eylem’ yönelişi dikkat çekiyor.
İki binli yılların başında Ukrayna’da geçmekte olan oyun komünist rejim sonrası yaşanan toplumsal kırılmayı ve travmayı iki kadın üzerinden anlatıyor. Zaman algısının sarsıntıya uğratıldığı oyunda, absürd bir kurguyla ‘öldük mü, yoksa hayatta mıyız?” sorusu ekseninden arafta kalmanın trajikomik durumuna dikkat çekiliyor. Dante’nin İlahi Komedya’sından, bizim tiyatromuzdaki Ülker Köksal’ın ‘Eşikte’ adlı oyununa kadar pek çok oyun metninde konu olan söz konusu bu ‘arada kalmışlık’ durumu sıklıkla sahneye taşınıyor. Kapılar oyunu da bunlardan biri…
Bursa Devlet Tiyatrosu’nun Oda Tiyatrosu Sahnesi yönetmeni de, oyuncuyu da, dekor tasarımcısını da, küçük ölçeği nedeniyle ister istemez minimal olmaya zorlar. Pek çok kişi için bir kusur gibi algılanabilecek bu minimalizm, benim içinse bir keyiftir. Küçük sahnelerde oynanan oyunların minimal rejileri, yalınlıkları ve sadelikleri beni her zaman büyülemiştir. Bu anlamda oyunun minimalliğinden etkilenmediğimi söylemek mümkün olamayacaktır.
Oyun bir morgda geçer… Bu nedenle mekân atmosferini ve evrenini yaratmak için beyaz ışık ve bembeyaz dekor düşünülmüş. Bir saat boyunca tiyatro sanatının olmazsa olmaz -en önemli iki karşıtlığı üzerine kurgulanmış oyunda- yaşam ve ölüm üzerine tek perdelik bir seyre dalıyorsunuz Oda Tiyatrosu Sahnesi’nde kâh gülerek, kâh irkilerek, kâh hüzünlenerek… Oyun morgda sedye üzerinde yatan yarı sarhoş, yarı baygın bir kadın ve nöbete kalmış kadın bir doktorun absürt tanışma(ma)sıyla başlıyor. Victoria ve Natalia… Victoria, evlendikten kısa bir süre sonra hem eşinden, hem de işinden ayrılmış bir kadın… Toplumsal eleştiriye açık, ilginç biri, ipuçlarını tamamlamaya meyilli, biraz umarsız, biraz çılgın biri… Natalia ise geçmişte alkolik olan ama şimdiler de ‘temiz’ olmaya çalışan kadın bir doktor… İkisinin de kendilerine ait bir öyküleri var. Bu öyküler bazen benzeşiyor, bazense de ayrışıyor birbirinden… Morga hapsolmuş bu iki kadının dışarıyla tek bağlantıları ise çalıştığını varsaydığımız -asla emin olamadığımız- bir telefondur. Telefondan gelen direktifler her iki kadın için de bir bilinmezliğe gebe… Her telefon soyut anlamda –ruhlarında- bir kapının açılması ya da kapanması demek… Telefondaki ses onlara bazen onlara “bekle”, bazense de “bekleme” demektedir… Tıpkı Godot’u Beklerken’de olduğu gibi bu iki kadın da dışarıya çıkan kapının açılmasını beklemektedirler… Kapı açılır mı? İşte orası da tıpkı Godot’daki gibi muğlak… Metinlerarasılıkla Samuel Beckett’in Godot’u Beklerken adlı oyununa gönderme yapan metinde ortak pek çok motif ve durum bulmak mümkün…
Psikiyatri biliminin de kabul ettiği üzere tanımadığımız kişilere kolay açılır ve sırlarımızı paylaşabiliriz. Hele bir de ölüm anı yakınsa! İşte bu oyunda da böylesi bir durum ve gerçeklikle karşılaşırız. Birbirlerini tanımayan iki kadın birbirlerine günah çıkarırcasına itirafta bulunurlar. Dar bir alanda sıkışıp kalmak pek çok insan için korkunç bir duyguyken, Kapılar oyunundaki bu iki kadın için asıl korkunç şey kendileriyle yüzleşmeleridir. Yüzleşirler… Canları yanar ve canlarını yakarlar!
Psikolojik boyutu derin olan oyun da sadece düşünsel boyut üzerinden değil, toplumsal boyut üzerinden de eleştiri yapıldığı gözlenir. Bu bağlamda oyunda Ukraynalı iki kadının gerçekle sanrıları arasına gizlenmiş sosyalist ve kapitalist sisteme yönelik eleştirisel bakış açılarını görmek mümkün… Yüzey anlamda belirsizlik ve zamansızlık metaforuyla değerlendirdiğimiz Kapılar oyununda, derin anlamda sosyolojik bir bunalımın yattığını görmemek imkânsız gibi bir şey… Sovyetler Birliği’nin ve Almanların egemenliğine tanıklık eden, Dünya Savaşları ve iç isyanlarla yaşamaktan bunalan bir toplumda yaşamak zorunda kalan kadının trajedisi ve kimlik arayışı Kapılar oyununda böylece can bulur…
Tam da bu noktada oyunu ve rejiyi doğru değerlendirebilmek için Ukrayna’nın siyasi ve sosyolojik yapısını belirleyen tarihsel süreci anımsamanın önemine inanıyorum. Bilindiği üzere on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru Ukrayna, Rus İmparatorluğu’nun bir parçası olur. Sanayileşme de Sovyetler Birliği döneminde gerçekleşir. Kentsel nüfusun genelini Ruslar, Almanlar ve Yahudiler oluşturur. Ukraynalılar ise çoğunlukla kırsalda yaşamaktadır. Ukrayna ulus devletinin 1917 Şubat Devrimi’nden sonra kurulmasıyla, yerli burjuvazi ile devrimci işçi sınıfı arasında çatışmalar başlar. Ukraynalı emekçi sınıfının da desteklediği Şubat Devrimi’yle Ukrayna’da sosyal demokratların önü açılır… 1918’de Ukrayna Almanya’nın kontrolüne geçer. Ukrayna artık Sovyetler Birliği’nden kaçan aşırı sağcı ve antisemitistler için sığınma yeridir. Milliyetçiler, tahmini olarak elli bin Yahudi’yi öldürür. 1921 yılında çıkan iç savaşta Ukraynalı işçi ve köylü sınıfları iç savaşı kazanır ve Lenin’in, Ukrayna için kendi kaderini tayin etme hakkını tanımasıyla, Ukrayna tekrar Sovyet Birliği’nin bir parçası olur… Bu dönemde eğitimde yapılan atılımlarla okuryazar oranı yükselir, üniversiteler ülke geneline yayılır. İkinci Dünya savaşı yaklaşırken Nazilerle işbirliği yapan Ukrayna Milliyetçiler Örgütü, ülkede terörü yaygınlaştırır. Örgütün genel ideolojisi Büyük Rusya’nın her düşmanıyla işbirliği yapmaktır. Örgüt zamanla başka isimlerle anılsa da İkinci Dünya Savaşı’nda binlerce Polonyalı, Yahudi ve Sovyetler Birliği’ne katılmak isteyen işçilerin öldürülmesinde rol oynar. Günümüze değin Ukrayna’nın siyasi tercihleri kaldığı yerden itibaren devam etmektedir. Böylesine çalkantılı ve toplumsal kırılmaları yaşayan bir toplumda Ukraynalı kadının yaşadığı kimlik arayışı Kapılar oyunuyla ele alınır.
Oyun metni belirsizlik ve kimlik karmaşası içindeki Ukrayna’yı iki kadın karakter üzerinden anlatma yöntemi olarak absürt yapıyı kullansa da, toplumsal eleştiri yapma konusunda oldukça gerçekçi ve başarılı… Ancak metindeki söz konusu bu başarı oyunun final bölümüne geldiğinde maalesef seyircide hayal kırıklığı yaratmakta… Rejide yer yer boşlukların bulunduğunu gözlemlediğim metinde, özellikle final bölümünün havada asılı kaldığını, uçunun bir yere bağlanmadığını, neden- sonuç ilişkisinin desteklenmesi gerektiğini düşünmekteyim. Söz konusu bu düzenlemenin sağlam bir dramatujik masa başı çalışmasıyla kolaylıkla toparlanabileceğini ve küçük dokunuşlarla rejiyi daha da sağlamlaştıracağına inanmaktayım. Yine metindeki ‘ölüm soğukluğu’ metaforunun reji de daha fazla vurgulanması ve seyirciye daha güçlü hissettirilmesi gerektiğinin altını çizmek isterim. Oyuna ait evreni yaratmada soğuğun önemli bir motif olduğunu ve yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgide ‘ölümün soğuk nefesini’ simgelemek açısından elzem bir gönderme olduğuna düşünüyorum. Her şeye rağmen Senem Cevher’in bu noktada seyredilebilir bir reji yaptığını da belirtmek de isterim.
Kapılar oyununun oyunculuk öğesine gelirsek Nazlı Ceren Argon ve Süheyla Elbaş Zeybek’in başarılı bir olduklarını söylemek çok doğru olacak… Her ikisinin de sahne hâkimiyeti dikkat çekici düzeyde iyi olduğu gözlemledim. Reji matematiği açısından iki aktristin de uyumlu, dengeli ve birbirlerini yok etmeyen bir birliktelikle hareket ettiklerini gördüm. Özellikle Süheyla Elbaş Zeybek’in farklı tipolojisi ve rolüne kattığı ilginç yorumunu beğenmemek mümkün değildi. Nazlı Ceren Argon’un oyun boyunca rolünü doğallıkla oynaması ve seyirciyle -daha oyun başlamadan bile- kurduğu ilişkinin başarısı gözlerden kaçmadı. Her iki oyuncunun da absürd oyunculuk tekniğine uygun olarak, rollerini gerekli ‘hünerle’ sahnelediklerini düşünmekteyim. Mekânın darlığına, rejideki bazı boşluklara ve dramaturjik açıdan hissedilen bazı belirsizliklere rağmen her iki oyuncunun da hünerlerini ortaya çıkardığını ve aldıkları alkışı fazlasıyla hak ettiklerini düşünüyorum. Seyredecek olanlara şimdiden iyi seyirler…
Oyunun Künyesi;
Yazan: Neda Nejdana
Çeviren/Yöneten: Senem Cevher
Yönetmen Yardımcısı: Süheyla Elbaş Zeybek
Oyuncular: Nazlı Ceren Argon, Süheyla Elbaş Zeybek
Dekor – Kostüm Tasarımı: Özge Akarsu
Işık Tasarımı: Ali Karaman
Asistan: Emine Irmak Bavkır
Sahne Amiri: Olcaytu Gönder
Kondüvit: İsmail Ale
Işık Kumanda: Mehmet Şah Güney
Suflöz: Atike Bolulu
Dekor Sorumlusu: Mustafa Albayrak
Aksesuar Sorumlusu: Süleyman Aksu
Kadın Terzi: Ebru Ata
Perukacı: Ezgi Alver