KENDİSİYLE YARIŞAN BİR OYUN; HAKAN CİMENSER REJİSİYLE ‘GİYDİRİCİ’ |
Dr. Öğr. Üyesi Birgül Yeşiloğlu Güler
Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi
Sahne Sanatları Bölümü
Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı
Çok yönlü bir yazar olduğu bilenen İngiliz tiyatro oyun yazarı, romancı, film senaristi Sir Ronald Harwood’un Giydirici adlı oyununu İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Hakan Çimenser rejisiyle seyretme fırsatını buldum. Gerçek bir ‘sanat yapıtıyla’ karşılaşmanın verdiği estetik haz duygusuyla oyundan çıktığımın da ruhum tiyatromuz adına umut doluydu…
Oyunla ilgili değerlendirmelere geçmeden önce -her zaman olduğu gibi yine- yazar ve diğer öğelerle ilgili kısa bir bilgi vermenin faydalı olacağı düşüncesindeyim. Yazar Ronald Harwood 1934 yılında Güney Afrika’da doğmuş…1951 yılından sonra Londra’da yaşamaya başlamış… Profesyonel tiyatro yaşamına da burada adım atmış… Kraliyet Dramatik Sanatlar Akademisi’ne, sonra da Sir Sirk Wolfit Shakespeare Şirketi’ne katılıp, çalışmış… 1953’ten 1958 yılına kadar Sir Donald’ın kişisel giydiricisi olarak çalıştığı bilinmekte… Ronald Harwood’ın, Giydirici oyununu da bu yıllar arasında yaşadığı kulis deneyimlerinden yola çıkarak yazdığı da bilinmekte yine… 1960 yılından sonra adından söz ettiren Ronald Harwood’un; roman, senaryo ve tiyatro alanında eserler verdiği ve başarılı bir yazar olduğunu anımsatmak gerekiyor… Ronald Harwood, başarılı olduğu kadar da takdir edilecek düzeyde üretken bir yazar… Yazarın yirmi bir oyunu, on romanı ve on altı senaryoyu kaleme aldığı biliniyor… Harwood’un, eserinde genellikle sanat, sanatçı olmak, sahne, tiyatro gibi benzer temalarısıklıkla kullandığı gözlenir… Söz konusu bu temalar ekseninde yazdığı eserlerini; ‘The Dresser’, ‘Aslanların Ardından’, ‘Başka Zaman’, ‘Quartet’, ‘Tüm dünya bir sahne’, ‘Daybreak Operasyonu’, ‘Beyannameler’, ‘Piyanist’ ve ‘Taraftar’diye sıralamak mümkün… 2002 yılı yapımı “Piyanist” filmi ile “En İyi Uyarlama SenaryoAkademi Ödülü” sahibi olan Ronald Harwood işin özü; sağlam ve güçlü bir kalem…
Yazar hakkındaki bu kısa bilgilendirmeden sonra oyuna yönelik birkaç değerlendirmeyi aktarmak gerekirse, önceliği oyunun konusuna vermek gerekiyor sanırım; Oyun, İkinci Dünya Savaşı yıllarındaİngiltere’de ayakta kalmaya çalışan, perde kapatmamak için savaşa ve türlü zorluklara karşı direnen küçük bir tiyatro topluluğunun mücadelesini anlatıyor… Anlayacağınız bizden bir öykü… İkinci Dünya Savaşı’nın tam orta yerinde, bombardıman altında, siren sesleri içinde perde açmak için ölümüne mücadele veren bir kumpanyanın hüzünlü ama bir o kadar da gülünç öyküsüdür Giydirici oyunu… Sahneyi, sahne gerisini, oyuncuları ve tiyatro sanatının perde arkasındaki gizli kahramanlarını anlatıyor. Bu anlatımı da kuru bir sergileme yaparak değil, güçlü ve zengin bir kurgulamayla-kumpanya tiyatrosunun sahibi ve baş aktörü Sir ile onun emektar giydiricisi Norman üzerinden- yapıyor. Bunu da oldukça insancıl ve naif bir tiyatral dille yapıyor hem de…Oyun İkinci Dünya Savaşı yıllarında Shakespeare’in Kral Lear oyununu sahneleyen küçük bir tiyatro ekibinin sahne arkasında yaşadıklarını konu alıyor…
Oyun, adı Sir olan yaşlanmak üzere olan bir aktörün giyinme odasında başlıyor… Kumpanya tiyatrosu turnededir ve birazdan Kral Lear için perdelerini açacaktır. Oyunun başlamasına bir kaç saat vardır ancak başrol oyuncusu Sir ortalarda yoktur maalesef… Çünkü akıl karışıklığı ve depresif ruh hali nedeniyle hastanede gözlem altında tutulmaktadır. Sir, gerek savaş yıllarında bir kumpanya tiyatrosunun sahibi olması, gerek Shakespeare gibi önemli bir yazarın oyunlarında başrol oyuncusu olması, gerekse de artık yaşlanmaya başlaması ve rolü gereği partnerini kucağında taşıyamayacak kadar güçsüzleşmesi nedenleriyle iyice depresifleşmiş, mutsuzdur. Belki de bu nedenlerle tiyatroya gelirken yolda hastalanır ve hastaneye kaldırılır. Doktorlar dinlenmesi gerektiğini söylese de o hastaneden kaçar ve tiyatroya gelir. Her ne olursa olsun, aklı karışsa da, ezberini unutsa da, elleri ayakları buz kesse de, yine de o oyunu o gece oynayacak ve salonu dolduran seyircilere karşı görevini yerine getirecektir. Öyle de olur… Sonradan anlayacağımız üzere son oyunu oynamak üzere odasında hazırlanmaya başlar. Tiyatro müdürü Madge ile Sir’in uzatmalı sevgilisi ve aynı zamanda diğer başrol oyuncusu olan Lady panik içendedir… Onun bu haliyle sahneye çıkmasını istemezler ama Sir kararlıdır ve sahneye çıkacaktır! Dönüşümlü olarak Othello ve Desdemona ile Lear ile Cordelia’yı oynayan Lady ve Sir aslında hem aşkta, hem de oyunculukta yaşlanmaya başlamış iki partnerdir aslında… Lady oyunun iptal edilmesini istemektedir. Sir’in emektar giydiricisi Norman ise Sir’in geleceğine ve oyunun iptal edilmemesi gerektiğine inanmaktadır… Haklı da çıkar. Sir oldukça kötü görünmektedir. Ezberini unutmuş ve yılgınlık içindedir… Bir yandan şehre düzenlenen hava saldırılarının korkusu, diğer yandan sanat yaparak ayakta kalmaya çalışan bir tiyatro ile salonu dolduran seyircilerin arasında kalan Sir zor durumdadır… Onu ayağa kaldırma görevi de her zaman olduğu gibi yine Norman’a kalır. Norman, başarır da… Sonunda tüm ihtişamı ve görkemiyle Sir, Kral Lear olarak sahnededir… Perde kapanmaz ve oyun oynanır, seyirci Kral Lear’i ayakta alkışlar ancak oyunun sonunda Sir’i kuliste bekleyen şey; ölümdür… Artık iyice yaşlanmış olan ve son gücüyle son oyununu oynayan için Sir için gerçek hayattaki perde de kapanır… Ölür! Norman, aşkla bağlı olduğu Sir’i kaybettiği için hem üzgün, hem de aynı zamanda onun kendisini ve ona sevgisini fark etmediği için kızgındır… Sir ve Norman’ın yolları on altı sene önce kesişmiştir. Birbirlerini çok iyi tanıyan bu ikilinin aslında bir birlerine zıt karakterleri vardır. Sir ne kadar aksi ve huysuz ise, Norman bir o kadar yapıcı, eğlenceli ve saygılıdır… Norman Sir’in sadece giydiricisi değil aynı zamanda onun eli kolu gibidir… Norman onu giydirir, arkasını toplar, ezberlemesini hatırlatır, motive eder hatta makyajını bile yapar ama sevgisi tek taraflıdır. Sir, hayatını anlatan bir kitap yazmıştır ve içinde tek satır bile Norman’a teşekkür etmemiştir. Sir’in ölümünün arkasında Norman şaşkın, üzgün ve kızgındır… Oyun onun bu karmaşık duygularının yarattığı yas ve hayal kırıklığı duygusuyla biter…
Çevirisini Ergun Sav’ın yaptığı Giydirici oyunu, Sir ve Norman arasındaki ilişkiyi konu alsa da, savaşın insan üzerinde yarattığı yıkıcı etkisini bir aktörün patolojik egosu üzerinden ustaca anlatır. Oyun da savaş ve sanat karşıtlığı gibi yine aynı yönelişle kadın-erkek, patron-çalışan, gençlik-yaşlılık, aşk-nefret gibi temalar üzerinde de durulur. Giydirici metni salt tiyatro sahnesinde değil aynı zamanda beyaz perde de ve televizyon ekranında seyirciyle buluşan bir eser…1983 yılında film olarak çekilmiş… Filmde Albert Finney, TomCourtenay, Edward Fox, ZenaWalker, EileenAtkins, Michael Gough, Cathryn Harrison rol almış… Giydirici, 1995-1996 sezonunda İstanbul Devlet Tiyatrolarında Arsen Gürzap rejisi ve Haluk Kurdoğlu, Erdoğan Göze, Özgür Erkekli, Seray Gözler ve Işıl Yücesoy oyunculuğuyla daha öncede sahnelendiği bilinmekte… Ayrıca Giydirici 2016 yılında televizyon dizisi olarak Starz kanalında yayınlanmıştır. Dizi de Anthony Hopkins Sir karakterini, Ian McKellen ise Norman karakterini oynamış…
‘Oyun içinde oyun tekniğiyle’ ilerleyen aksiyon planında seyirci iki oyunu paralel bir gelişimle seyreder aslında; hem Shakespeare’nin, Kral Lear’ını ,hem de Ronald Harwwood’un Giydirici’sini…Gözlediğim kadarıyla Çimenser rejisiyle her iki oyunda da seyircisini şah damarından yakalama konusunda oldukça başarılı… Çimenser’in Kral Lear yorumunu seyrederken büyük usta Cüneyt Gökçer’i anımsamadan edemedim, hatta iliklerime kadar hissettim… Çimenser sahnede bir çeşit ustasına olan vefasını öder gibiydi…
Oyunu seyredecekler için küçük bir anımsatma;iki perde boyunca Shakespeare, Kral Lear, Calibani, Macbeth, Hamlet, Othello gibi, tirat,tragedya, Fırtına sahnesi gibi pek çok tiyatralisim, karakter ya da kavramla karşı karşıya kalınıyor.Bu nedenle oyunu doğru anlamak için bir parça da olsa Shakespeare’i, onun karakterlerini ya da terminolojisini bilmenin faydalı olacağı düşüncesindeyim.Aynı söylemi Hakan Çimenser’in oyunculukta ki başarısını doğru değerlendirmek için ‘antik yunan oyunculuğu’,‘oyun içinde oyun tekniğini’ ve ‘Cüneyt Gökçer oyunculuk ekolünü’ bilmenin bile önemli olduğunu düşünüyorum.
Oyunculuğa gelince Norman karakterini oynayan Celal Kadri Kınoğlu ileSir rolünü oynayan Hakan Çimenser’in seyrine doyum olmayacak bir performansla oynadığını belirtmek zorundayım. Son yılların en başarılı ve en güçlü oyunculuğunu seyretmenin coşkusuyla iki perdenin nasıl başlayıp nasıl bittiğini anlamadım bile…Gerçek bir şölendi! Keşke sahnelerimizde böylesi üst düzeyde rejiler,oyunlar ve oyuncuları seyredebilsek de,bu duyguya bu kadar hasret kalmasak diye düşünmeden edemedim.İstanbul’daysanız ya da bulunduğunuz şehre‘Giydirici’ turne yapmışsa ‘kaçırmayın’ derim…Emin olun ruhunuz ‘iyi oyuncu’, ‘usta oyuncu’tanımlaması ne demek anlayacak! Çimenser ve Kınoğlugerçekten de seyircisini büyülüyorlar! İki perde boyunca bir aktör ve giydiricisi arasında gelişen,değişen ve dönüşen özel bir ilişkiye tanık olmak ve tiyatro sanatının buluşturduğu bu iki sağlam karakteri iki başarılı oyuncu tarafından seyretmek herkes kadar beni de çok etkiledi…Celal Kadri Kınoğlu rolünü öylesine içselleştirmişti ki neredeyse oynamıyor,yaşıyordu! Hakan Çimenser’egelince; gerek iki karaktere can vermesi, gerek oyunun aynı zaman da yönetmeni olması,gerekse de taban tabana zıt iki oyunculuk tavrını bir potada eritmesindeki ustalığından dolayı kendisini takdir etmemek mümkün değil! Alkışı fazlasıyla hak ediyor. İki perde boyunca hem Sir’i,hem de Kral Lear’ımuhteşem oyunculuğuylasahneye taşıyan Çimenser başrejisör olmasına yakışır bir ustalıkla hünerini konuşturuyor. Çimenser’in ve Kınoğlu’nun böylesine başarılı,böylesine uyumlu bir çalışmayla seyircilerini hoşnut ettikleri için takdir edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Aslına bakılırsa oyundaki başarının salt iki aktöre ait olmadığını, neredeyse tüm kadroya yayıldığını söylemek oldukçakolay… ‘Giydirici’ oyunu birbirinden kıymetli aktör ve aktrislerin oyunculuk şöleni olmuş adeta… Oyunda herkesin rolünü titizlikleve emekle çalıştığı çok belli…Celal Kadri Kınoğlu ve Hakan Çimenser dışında Adnan Biricik, Rüyam Perihan Dirin, Hülya Gülşen, Ebru Demirdöven, Aral Seskir, Osman Tunca Soysal, Sinana Cem Çabuk, Abdullah Yakın, Cem Şahin, Evrim Feyza Geboğlu ve İpek Altıngöz de rol alıyorlar… Televizyon dizilerinden de yakından tanıdığımız Hülya Gülşen’in su gibi akan, abartısız ama insanı derinden etkileyen oyunculuğu oyuna daha da bir değer katmış… Oynadığı her rolde bambaşka bir yönünü keşfettiğim usta aktristin Giydirici de sessizlikleri kullanmadaki profesyonelliğini ve rolü gereği söylediklerinden çok ‘söyleyemediklerini’ düşündüren oyunculuk hünerini gördüm…
Ronald Harwood’un ‘Giydirici’ metnini sahneye koymak için sağlam bir reji yapmak gerekmektedir… Çimenser bunu göze almış her zamanki cesur tavrıyla… Deneyimli aktör oyunda hem oynayarak, hem de yöneterek farklı ve yenilikçi bir bakış açısı getiriyor genç aktörlere… Çimenser’in imgelem olarak kullandığı Nazi hava saldırısı metaforunu, Sir’ün iç çatışmasına denk gelen repliklerde kullanmasını oldukça zekibir yorumlama olarak değerlendirmek mümkün… Seyircisine ‘hangi savaş daha büyük ve yıkıcı?’ diye düşündüren bu yorumda sahneye son kez çıkan bir aktörün iç savaşının, dışarıda akıp giden dünya savaşından daha trajik bir hal olduğunu anlıyoruz,içimiz burkularak…Metnin yarattığı güçlü dramatik malzemeyi, Hakan Çimenser rejisiyle öyle bir yere taşımış ki alkışlamamak mümkün değil…
İki perde süren oyun yaklaşıkiki buçuk saat sürüyor…Teknoloji çağını yaşayangünümüz tüketim toplumu insanı için bu süre aslında oldukça uzun ama seyircibu uzunluktan sıkılmıyor. Çünkü iki buçuk saat boyunca süren oyun öylesine ince ama güçlü bir sahneleme yorumuyla aktarılmış kisahneye, zamanı unutarak seyrediyorsunuz…Bunun altında metnin başarısı,oyunculuğun gücü verejinin zeka içeren estetiğe dayalı matematiği var kanımca…
Hakan Çimenser, rejiyi yorumlarken ‘oyun içinde oyuntekniği’nin dozunu öylesine tartarak yapıyor ki, iki perde boyunca ne Shakespeare’nin Kral Lear tragedyasına, ne de Ronald Harwood’un ‘Giydirici’ oyununa haksızlık etmiyor… Yönetmen Çimenser bunu yaparken de; ne derin anlamda savaşta ayakta kalmaya çalışan kumpanya tiyatrosunu, ne de yüzey anlamda yaşlılığa doğru giden süreçte tiyatro aşkıyla ölüme direnen bir aktörü ve ona aşkla bağlı bir hizmetkârınınburuköyküsünü ıskalamıyor… En önemlisi de böylesine hassas bir teraziyle tarttığı rejisindetrajik olanı komik olanla buluşturmayı da unutmuyor. Rejisindeki ‘biriciklik’ için Çimenser’i ne kadar kutlamak gerekiyorsa, oyunculuktaki hünerve başarısı içinde ayrıca kutlamak gerektiğini düşünüyorum…
Hakan Çimenser’in rejisinde dikkati çeken bir başka önemli nokta da; yorumundaki sahicilik ve akıcılık… Abartısız, yalın, bir o kadar da ‘gerçek’ olan sahneler birbiri ardına akarken seyirci olarak bizler de ‘değerli’ bir rejiyi seyretmenin hazzını yaşıyoruz…Çimenser’in,Sir’in hayatındaki trajik olanı abartıdan ve kederden arındırarak,Kral Lear’a yüklemesi zekice bir yorumlama yönelişi olmuş… Kâh güldüğümüz,kâh üzüldüğümüz Sir karakterinebakarken aklımızdan tek bir şey geçiyor; ne kadar da gerçek! Ne kadar da ben! Kral Lear’da ise bir o kadar uzak perspektiften bakıyoruz sahneye…Ne kadar da Kral! Ne kadar da benden uzak!İşte bu iki yorum yöntemini ve iki oyunculuk tavrını sahneye taşıyan Çimenser seyircisinden beklenen takdiri oyunun sonunda alkışlarla alıyor… Gerçeği, sanatın estetiği ve büyüsüyle buluşturan Çimenser’i yüzünü yeniye dönmüş usta öncü bir yönetmen olarak değerlendirmemek mümkün değil… Böylesi hüzünlü bir öyküyü sıradan bir melodram havasından kurtaran yorumunu ve sahne dinamiğini beğenmemek de mümkün değil…
Dekor, kostüm, müzik ve ışığı yettiği kadar kullanan Çimenser, seyirciyi oyuncunun gücü ve büyüsüyle baş başa bırakmak istemiş gibi… Kanımca doğru da yapmış… Oyun içinde oyun bölümündeki Kral Lear sahnesi hariç ışığı, kostümü veefektleri neredeyse en minimal düzeyde kullanan Çimenser böylece iki oyun arasında sadece oyunculuk tavrıyla değil, teknik ve plastik değerlendirme olarak da farklı iki evren yaratmaya çalışmış ve başarmış.Bu başarı da müziklerin ve müzikleri besteleyen FıratAkarcalı’nın payı da yadsınamaz…Dekoru Savaş Çevirel yapmış, oldukça işlevsel ve estetik açıdan değerli bir tasarım yapmış. İnci Kangal Özgür’ün dönem kostümleri etkileyici ve bir o kadar da gerçekti. Akın Yılmaz’ın ışık tasarımı da…
Ezcümledenebilir ki; İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenen Ronald Harwood’un yazdığı ‘Giydirici’ oyunu Hakan Çimenser’in başarılı rejisi, hüner dolu güçlü oyunculukla Devlet Tiyatrosu arşivine, hatta tiyatro belleğimize damgasını vuracak kalite de bir sahneleme olmuş…Başta Hakan Çimenser olmak üzere oyunun tüm ekibinin yürekten kutlanması gerektiğine inanıyorum. Böylesi ‘biricik’ bir oyunu,rejiyi ve oyunculuğu seyretme şansını yakaladığım için mutlu ve umutluyum… Emeği geçen herkesin yüreklerine sağlık, var olsunlar…
Oyunun Künyesi;
Yazan, Ronald Harwood
Çeviren, Ergun Sav
Yöneten, Hakan Çimenser
Oyuncular; Norman, Celal Kadri Kınoğlu; Sir, Hakan Çimenser; Madge, Rüyam Perihan Dirin; Lady, Hülya Gülşen; Irene, Ebru Demirdöven; Mr. Oxenby, Aral Seskir; Şövalye, Osman Tunca Soysal; Kent, Sinan Cem Çabuk; Geoffrey, Güneş Yakın; Gloucester, Cem Şahin; Goneril, Suzan Sabancı; Regan, Özgün Bayraktar
Dekor Tasarımı; Savaş Çevirel
Kostüm Tasarımı; İnci Kangal Özgür
Işık Tasarımı; Akın Yılmaz
Müzik; Fırat Akarcalı
Yönetmen Yardımcısı; Celal Kadri Kınoğlu
Asistanlar; Selda Özler, Evrim Feyza Geboloğlu, İpek Altınöz
Sahne Amiri; Ergül Muslu
Kondüvit; Emrah Tırsi
Işık Kumanda; Gökhan Gülçebi
Suflöz; Hande Bahçeli
Dekor Sorumlusu; Selçuk Oltuözer
Aksesuar Sorumlusu; Kürşat Çelik
Kadın Terzi; Raziye Öztürk
Erkek Terzi; Ali Egeli
Peruka; İbrahim Atmaca