‘’Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek
yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı…’’
Nazım Hikmet
Daha güzel bir yaşama özlemdir, insanın ‘’daha da’’ insanlaşma sürecine hizmettir. Tiyatro, insanın görsel, işitsel ve davranış kültürünü estetize eder; güzellik kavramına karşı, duyusal davranış geliştirir. Sözün özü; yaşama kültürünü bu denli estetize edip, etkileyen başka bir sanat dalı yoktur.
Tiyatro sanatını, ışıltılı estetiği içinde yeniden ustalıkla yoğurmak gerekir; özdeşleşme yerine, yabancılaştırma; duygu yerine, akıl; büyüleyen yerine, anlatan bir tiyatro anlayışını yeniden sergilemek. Savaşları, çıkar kavgalarını, tarihsel olayları, çağdaş sorunları güncelleştirerek örneklendirmek zamanı gelmiştir.
Tiyatro vicdandır.
Tiyatro 12 Eylül 1980’den sonra vicdansızlaştırılan toplumun aynasıdır. Tiyatro yalan söylemez. Fakat gelin görün ki, güzel ülkemin TUİK’i yalan söylüyor. Sözüm ona İstanbul Büyük Şehir Belediye Tiyatrosu’nun seyirci kaybına uğrama sebebini 16 yaş sınırlaması getiren bir uyarı işaretine ve ‘’Rosenbergler Ölmemeli’’ oyununa bağlıyor. Bu kadarına da ‘’yuh!’’
Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatrosu her yıl en az bir kez ciddi bir biçimde saldırıya uğruyor. Bilinçli olarak saldıranlar tüm araçla ıyla toplumu manipüle ederken, sözüm ona aydın sanatçı geçinen kendini bilmezler de bu saldırı kervanına katılıyor.
Ödenekli tiyatrolar kimsenin babasının malı değildir. Bu toplumun malı ve değeridir. Üzerine laf söylemeye kalktın mı, bunu böyle bilip, bir destur çekip sonra lafa başlamalı… İşkembe-i kübradan salladın mı gafile hizmet edersin.Bizler, ödenekli tiyatroların gerek yasadan, gerekse kişisel aymazlıklardan kaynaklı sorunları olduğunu biliyoruz. Fırsat buldukça bunları Tiyatro Gazetesi başta olmak üzere bir çok yerde dile getiriyoruz. Repertuar veya Edebi kurulların nasıl oyun seçtiklerini, işini yüretenlerin kendi oyunlarını nasıl sürekli oynatıp, genç yazarların oyunları başta olmak üzere, birçok yazarın oyunlarına nasıl sıra gelmediğini, hatta yazdıkları oyunlar oynanmadan ölen yazarların olduğunu da biliyoruz. Gün yüzüne çıkmayan binlerce oyun metni var bu ülkede. Sonra da koro halinde ‘’bu ülkede yazar yetişmiyor bilader’’ diyorlar. İstanbul Büyük Şehir Belediye Tiyatrosu’nda yaşanan kısaca şudur;
Kendini iktidar görüp, istediği gibi at koşturmaya çalışıp, (zaman zaman da koşturan) atın ayağı tökezledi mi de ciyak ciyak bağıranlarla, kendini iktidara muhalif görüp, ortalığı karıştırıp, bundan rant sağlayacağını sananlar arasında yaşanan gizli bir savaşın dışa yansımasıdır; tabii her zaman bu kavgalar gizlenmiyor, bazen birileri tarafından ifşa ediliyor. Tüm bunlar halledilebilir geçici sorunlardır. İstanbul Büyük Şehir Belediye Tiyatrosu ne iktidarın tiyatrosudur, ne de kendini muhalif görenlerindir:
İBŞT HALKIN TİYATROSUDUR!
Onu karalamadan ve bir geleneği yok saymadan önce bir değil birkaç kez düşünülmeli. Tartılmalı. Gerçi bu gün birileri kalkıp Şehir tiyatrolarına pervasızca saldırabiliyorsa kabahat onu içerden besleyenlerindir, demeye de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu… maalesef bu işler böyle canım kardeşim.
Not: Bu yazı 01 Mart 2012 tarihinde yazılmıştır.