Almanya’da savaş sonrası dönemde, klasiklerin gösterimi için temel üç yaklaşım vardı. Birincisi, ‘’arkeolojik’’ ele alış, yani geçmişin büyük yapıtını, sanki müzede sergiler gibi, yaratıcı olmayan, ılımlı bir biçimde sunmak; ikincisi, ‘’sanat yapıtının ölümsüz olduğu’’ romantik inancından esinlenerek, genellikle modern giysi ve tavırlar içinde, eldeki malzemeyi günümüze taşımaya çalışmak; üçüncüsü, Bercht’in ‘’özümleme’’ anlayışından türetilen yöntem; burada geçmişteki bir yapıt ele alınırken, yapıt kendi siyasal ve toplumsal bağlamından koparılmaz, günümüze ilişkin hangi noktalar bulunduğunu keşfetmek için, bu kendi bağlamı içinde incelenir. İşte Stein’in klasikleri ele alışını ayırdeden bu özümleme yöntemi olmuştur. Tasso’da başrolü oynayan Bruno Ganz’ın söylediği gibi.
İki yüz yıl sonrasında yaşıyor olmak, hiçbir zaman Tasso gibi, bir klasik üstünde çalışırkenki gibi, kendisini böylesine güçlü biçimde duyurmamıştı hiç. Bu uzaklıkla ilgili olarak şu temel noktayı belirtmek isterim. Her zamanki yapım yönteminde karşılaşılan şudur: Araya uzaklık girer, yapıt da bunun acısını çeker. Bu gibi yapımlarda bu sorunun (yani modernleştirme sorununun) ‘’üstesinden gelmek’’ gerektiği doğal karşılanır. Ancak, daha anlamlı ve dürüst yaklaşım, uzaklık ile eldeki malzeme arasında diyalektik bir ilişki yaratmaktır. Uzaklığı bastırmamalı, onu çıkış noktası olarak almalıyız.
Yani, diyor, Hamlet’i modernleştirmek için, ona deri ceket giydirip altına motor çekmeniz gerekmez illa ki! Hamlet yine otantik kostümünü giyebilir. Siz sadece onun modern toplumla zihinsel, sosyolojik, ekonomi politik, sosyo- psikolojik bağlarını güçlendiren bir yorum getirin yeterli. H.K.
Bizim sanatçılar olarak duyduğumuz özgürlükten yoksunluk, sizin kendi işinizde duyduğunuz özgürlükten yoksunluktan aslında farklı değil. Sizler gibi… Bizim de ortaya meta sürmemiz gerekiyor ve çoğunuz gibi bizler de kendi işimizin yararını ve etkisini kendimiz belirleyemiyoruz… Bizce, Tasso’da verilen çatışma, sadece sanatçıyaya da dahi kişiye ilişkin değil, kişinin yukarıdan yönetildiği bir sistemde çalışan herkesin sorunu.
Edith Claver- Oyuncu- Tasso üzerine çalışırken eleştirel farkındalığının artıp artmadığı sorusu üzerine.
Bu madde, günümüzde tiyatro oyuncularının bir kısmı için hala geçerli olmakla birlikte, dizi- sinema oyuncuları için tamamen geçerli. H. K.
Altı yedi yıl önceki gibi, örneğin Tasso’daki gibi çalışmıyorum artık, oyuncular aynı oyuncular olsalar da. Yani oyunculara çok sert, yoğun ve kışkırtıcı bir anlayışla yaklaşmıyorum. Böyle çalışmıyorum artık, çünkü oyuncular böyle çalışmak istemiyorlar. Kendilerine gösterilen birkaç hareketle on satırlık bir parçaya girmek istemiyorlar.
Her canlı yönetmen bir gün bu hidayet mevkiine varıyor demek ki! Gerçi varmadan bu hayata veda edenler de mevcuttur! Ben biraz erken varmıştım. Bir oyuncuyu, oyuncu olarak kabul edip oyununuza aldıysanız artık onu kukla gibi yönetemezsiniz. Ona derdinizi anlatırsınız o da gereğini yapar. Ve ‘siz oynasanız nasıl oynardınız’ ın uygulama robotu değildir o. O oyuncu, rolün altından tek başına kalkacağına inanmadığınız bir oyuncuysa kadronuza almazsınız olur biter. Oyuncu yetiştirmek ayrı bir iştir, oyuncu kabul edilmiş olanı yönetmek ayrı bir iş. Bunu ayırt edemeden ölen yönetmenler de mevcut! H.K.
Ben kendi çalışmamı, örneğin Zadek’in- üstelik büyük başarıyla yaptığı gibi, bağlı bulunduğu kurumdan ayıramam. Ben kurumun örgütlenme biçiminin nasıl değiştirlebileceğini düşünmeyi gerekli görürüm.
Şunu keşfettim, var olan kurumların değiştirilmesi, yeniden yapılandırması olanaksız. Olanaksız, çünkü, bu kurumlar, parayı sağlayanların örgütsel baskısından ve bürokratik etkilerinden kurtulamıyor. Kapitalist sistem içerisinde bireysel girişimle bürokrasinin değerlerinden ve yapısından özgür, para bulma olanağı var. Var olan kurumları terk ederek bir araya gelecek kişilerin yer aldığı bir tiyatroyu kurmaya yetecek kadar para bulunabilir. Tabii korkunç zor bir iş bu.
Bakın işte bu konuda ülkemiz tiyatro insanlarının son zamanlarda yüksek başarılar elde ettiğini söylemek olası. Son dönemde, ülkede kollektif kuruluşlu bağımsız tiyatroların sayısında ciddi bir artış olduğunu söylemek mümkün. Yönetmen Stein’in ifadesiyle bu ‘korkunç ve zor’ işin altından kalkan tüm girişimcileri ve onların ister oyunlarını izleyerek olsun ister başka yollarla olsun, tüm destekçilerini kutlamak gerekir. İçerikleri ve nitelikleri meslesini ise, bu hakkı teslim ettikten sonra başka bir celsede görüşmek gerekir. H.K.
Muhtelif kitaplara göz atarken, bazen gündeme cuk oturan böyle anektodlar çıkıyor. Ben de onları okurla paylaşma gereksinimi duyuyorum. Bir yaraya merhem oluyor mu bilmiyorum. Bu anektodlar da Mitos BOYUT yayınlarından çıkan Aziz Çalışlar’ın çevirdiği Yönetmen Peter Stein kitabındandır. Sonu H.K. damgası ile biten kısımlar ise tamamen şahsıma aittir, onların vebalini kitaba yükleyemeyiz!