• DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Gülşah Özdemir
Gülşah  Özdemir
yazar@tiyatrogazatesi.net
100. YILINDA HALDUN TANER
  • 0
  • 16 Ocak 2020 Perşembe
  • 1 Star2 Stars3 Stars4 Stars5 Stars
  • +
  • -

İlmek ilmek dokunmuş bir yaşam… evet bir dantel gibi tıpkı; narin, güzel, temiz ve emekle yaratılmış. İçinde insana dair her türlü duygu barınan, bu duygularla insanı anlamaya ve anlaşılır kılmak için anlatmaya çalışan bir doğa. Haldun Taner’i bir kalem işçisinden ziyade bir insan işçisi olarak tanımlamama neden olan da sanırım bu.

Haldun Taner’in 1915 yılında başlayan yaşamı, 5 yaşındayken, hayatının mihenk taşı babasını kaybetmesiyle birlikte şekillenmeye başlar. Babasının vefatıyla birlikte sine-i aileye dönmek durumunda kalan annesiyle kiracılık ve dolayısıyla seyyahlık dönemi başlar. Bu, İstanbul’un farklı semtlerini gezme durumu onu hiç rahatsız etmemiş aksine mutlu etmiştir. Bunu da bir yazısında “sanki bir sevgilinin  boynunu, elini… parça parça öper gibi…” diyerek anlatmıştır. Belki de bu, kökleri İstanbul’un derinlerine kazınmış olan bir insan için, tıpkı bir  sarmaşık gibi İstanbul’u ve dolayısıyla İstanbul insanını sarmak anlamına geliyordu. Belki de bu devinimlerle tanıyordu, sonrasında anlatacağı insanı.

 

Hasılı babasının vefatıyla birlikte değişen yaşamı, önce Galatasaray Lisesi’ne, ardından da Hiedelberg Üniversitesi’ne taşıdı onu. Her daim babasına duyduğu saygı ve hayranlığı açık eden Haldun Taner, belki de Ahmet Selahaddin beye sayılacak ve hayranlık uyandıracak bir baba olduğu için teşekkür etmeye çalışıyordu. Çünkü, babasının arzu ettiği şehirde ve okulda okumayı, onun fikirlerini anlatabilecek, sürdürebilecek bir oğul olmayı seçmişti… tabii kendi özgünlüğü içinde.

Ahmet Selahhaddin gibi, aydın ve vatansever bir insanı oğlu olmanın yanında, Cumhuriyet kuşağının ilk nesline mensup olması da karakterine önemli özellikler ekler Haldun Taner’in: Pek çok yazısında da belirttiği üzre, hastalıklı bir adam olarak tanımlanan bir ülkenin özverili, çalışkan ve tam anlamıyla vatansever yurttaşlara ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç büyük şefin yönlendirmeleriyle gayet başarılı bir şekilde yetiştirilir. Ülke dışından getirilen akademisyenler ve ülke dışına gönderilen öğrencilerle eğitimli, yurttaşlık vurgularıyla bezenerek ilkeli bir nesil yaratılmaya çalışılır. Bu neslin insanları da dönemin yönelimlerini her daim üzerinde taşır. Haldun Taner’de bu neslin en önemli temsilcilerinden biridir. (Dönemi, yönelimleri ve sonuçları anlatırken kurduğum övgü dolu cümleler bu yazının konusu gereği yaptığım araştırmalar sonucunda oluştu. Yergi cümleleri için alanımızı değiştirmemiz gerektiğini düşünüyor ve bu küçük notu ekleme gereği duyuyorum affınıza sığınarak.)

Haldun Taner’in Galatasaray Lisesi’nde tamamladığı ilköğretim ve lise döneminin hayatının üzerinde çok önemli etkiler bıraktığını söylemek hiç de yanlış olmaz. Hele ki, yaşamının son demlerinde yazdığı bir yazıda bahsi geçenlere bakınca bunu ispatlayabiliriz bile: Galatasaray Lisesi’ndeki sınıf arkadaşlarıyla birlikte 15 günde bir yaptıkları toplantılardan birini konu edinen Taner, buradaki arkadaş grubunda yer alan emekli büyükelçilerden, bakanlardan, eğitimcilerden, bürokratardan ve hatta bir başbakandan bahseder ve bu buluşmaların kültür- sanat ve ülke gündemi hakkında yaptıkları sohbetlerle ne kadar verimli geçtiklerini anlatır. Yani eğitim hayatı, pek çoğumuzunki gibi aylaklık yılları olarak geçmemiş ve lise döneminde edindiği kimi alışkanlıklar dolayısıyla tüm hayatına yayılmış ve aynı eğitimden geçen arkadaşları dolayısıyla da perçinlenmiştir.

İşgal Kuvvetlerinin esareti altındaki bir ülkede gözlerini açıp, Kurtuluş Savaşı fonunda çocukluğun yaşayıp, yeniden yapılanmakta olan bir ülkeye adeta kan hücresi olmuş olan bir nesile mensup biridir Haldun Taner. Ki kendisi de bunu farkındadır aslında: “Dünyaya geldiğiniz tarih size yetmiş yıllık  tekdüze, renksiz bir dönemin içine da atabilir; tarihi olayların birbirini izlediği, hareketli, renkli, yoğun ve ibret dolu yaşam sekanslarının ortasına da. Aradaki fark açık değil mi? Birinci şıkta yavan bir filmi görmüş olursunuz. İkinci şıkta zengin, yararlı, heyecanlı bir program izlemiş olursunuz.

Ben doğum tarihimden de, kuşağımdan da memnunum. Bana zengin bir tecrübe dağarı sağlayan bir döneme rastladığı için… Kısa sayılacak bir ömür içinde mütarekesi, Kurtuluş Savaşı, cumhuriyeti, İnönü devri, demokrasisi, 27 Mayıs’ı, Kurucu Meclisi, koalisyon dönemi, AP iktidarı, 12 Mart’ı, dingildek dengedeki iktidar çabalamaları ve sonrası ve daha sonrası ve bugünkü curcunası ile hayli ilginç bir panaroma sunduğu için…” (Çok Güzelsin Gitme Dur/ Özlenen Dönem sy 78)

Yaşam hikayesinin kronolojisine döndüğümüz zaman ise Heidelberg Üniversitesi’ndeki eğitim hayatının tehlikeli bir hastalıkla yarım kaldığını görüyoruz. Burada Haldun Taner’in dünya görüşünü oluşturan en önemli tecrübelerden birini yaşadığını belirtmekte fayda var; Heidelberg Üniversitesi’nde geçirdiği üç yıllık dönem Adolf Hitler’in iktidarına rastlar, hatta Rhen bölgesinin ilk bombalandığı gece oradadır. “Kaderim, belki de talihim diyelim, beni Avrupa’daki bazı olayların yakından tanığı yaptı. Fransa’da ünlü Halk Cephesi’nin kuruluşu evrelerini ve Leo Blum’un kısa iktidar dönemini yakından izledim. Adolf Hitler’in iktidara gelişinin ilk yılları Heidelberg’deki üniversite öğrenciliğim yıllarına rastlar. Rhen bölgesini Alman askerlerine işgal ettirdiği geceyi, o bölgede oturan Almanlar’la birlikte ilk yaşayanlardan biri oldum. Faşizmin nasıl usul usul insanları tavladığını, sonra sonra maskesini atıp insanı insan yapan bütün değerleri silip geçtiğini, eleştirisiz kalan bireysel tahakkümün nasıl kendini- ama kendisi ile birlikte koca bir ulusu da- mahva götürdüğünü orada anladım.” (Berlin Mektupları/Bir Yıl Dönümü sy 125)

Heidelberg’de  tarihe tanıklıkla geçen yılların tüberküloz hastalığı ile bölünmesinin ardından Haldun Taner annesi Seza hanımın ile birlikte anavatana geri dönülmüştür.

Bu geri dönüş ve dört yıl kadar sürecek olan nekahat dönemi Haltun Taner’in hayatının bir dönüm noktasıdır adeta. Pek çokları için kahırla geçmesi olası olan bu dönem, Haldun Taner tarafından adeta bir toplama evresi olarak değerlendirilmiş ve büyük bir verimlilikle geçecek olan yazım hayatının temelleri atılmıştır.

1942 yılında Ankara Radyosu için skeçler yazmaya başlayan Haldun Taner, 1949 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı Yaşasın Demokrasi ile yazım hayatımıza bir daha çıkmamak üzere girer. 1950 yılında Tercüman gazetesinde başlayan köşe yazarlığı çok uzun yıllar devam eder ve Haldun Taner’in renkli dünyasını bize sunan en önemli kaynaklar olarak tarihe kalır. 8 Kitap halinde yayınlanan seçme yazılarına baktığımız vakit görünen manzara hem yakın tarihimizin sosyal, kültürek ve politik hayatlarını göz önüne sererken, hem de Haldun Taner’in katmanlarını gün yüzüne çıkartıyor. Çevre sorunları üzerine yazdığı yazılar, bir Tiyatro Külütüphanesi için başlattığı kampanya, emekli insanların hayatlarından, bayram, Ramazan günlerine, dedikoduculuğun psikolojisinden tıp alanındaki gelişmelere kadar geniş bir yelpazeden seçtiği konular ile insanı ve insani duyguları merkeze alarak vurguladığı sorunlar, yaptığı tespitler ve sunduğu çözüm önerileri Haldun Taner’in yaşadığı dünyaya ne denli açık bir yazar olduğunu gösteriyor okuyucularına. İşin yakın tarih kısmını biraz daha vurgulayacak olursak da, olayların değişmediğini, aktörlerin cahilleştiğini söyleyebiliriz büyük bir iç acısıyla. Halbu ki dönemin Türkiye’sinde, ilerleme, gelişme, muassır medeniyetler seviyesine ulaşma gayreti ile yaşamıyor muydu insanlar?  Demek hepsi yaşamıyormuş; 1950’li yıllardan itibaren ki yazılarında üstad bu durumun da serzenişini fazlasıyla yapıyor. Tekerrürün cehaletle kaynaşmasının en önemli duraklarından biri olan 1980 yılında  “Türkiye bir gün işini, sorumluluğunu seven, çalışkanlığı uyuşuk aylaklığa tercih edenlerden kurtulacaktır. Ödevini benimsemeden, sevmeden ne kişinin ne de toplumun yaşamı yaşama benzer” cümlelerini ve bu ara zirveye yaklaşan 1979 yılında yazdığı  “…bozuk düzen ortamı bizdeki iyi tohumları değil, kötü tohumları hızla geliştirdi.”  cümlelerini örnek olarak gösterebiliriz onlarcasının içinden.

Düz yazıları, hikayeleri, tiyatro oyunları… üretimlerinin tamamına baktığımızda Haldun Taner’in olayları değerlendirmek için insanları, insanların duygularını mercek altına alıp metinlerini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Sanki yaşamın dramaturjuk çözümlemesini yapar gibi tavrı vardır. Özellikle hikaye ve oyunlarında konu edindiği olayı gerçek hayattan alınmış, yaşamın içinde olan karakterler ile anlatarak  dönemin en çıplak halini yansıtır. Eserleri ile ilgili sıraladığım cümleler de aslında Haldun Taner’i anlamak yolunda edilmiş cümleler. Çünkü, Cumhuriyet’in ilk aydın kuşağına mensup olan yazarımız, düşündüğü gibi yazmakta ve okuyucu, izleyici kitlesini de ideale ulaşmak için motive etmeye çalışmaktadır.

Tam da bu noktada Haldun Taner’in hocalık hayatından bahsetmekte yarar var: 38 yılında geçirdiği hastalık neticesinde yarım kalan tahsilini 1950 yılında İ.Ü. Alman Filolojisi bölümünde tamamlayan ve Sanat Tarihi Bölümünde asistanlık yapmaya başlan Haldun Taner, 1955-57 yılları arasında Viyana Üniversitesi’nde Felsefe ve Tiyatro Bilimi eğitimi alır ve tekrar Türkiye’ye döner. Haldun Taner, eğitimini eğitmek için tamamlamıştır desek abartmış olmayız sanırım. Zira Almanya’da geçirdiği bu iki yıllık eğitim neticesinde taşıdığı bilgilerle Tiyatro sanatının ülkemizde de bilim dalı haline dönüşmesini sağladı. İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturgi bölümünün kurulması için yaptığı çalışma da bu bakışın bir sonucudur. Kendi hareketini destekleyecek şekilde, ülke kalkınmasına ve dolayısıyla eğitimine katkı sunabilecek kişilerin yurtdışına yerleşmelerine de şiddetle karşı çıkar. 24 Temmuz 1977 tarihli “ Bir Beyin Göçmenine Eski Köyünden Mektup” adlı  yazısında yurtdışına göç etmiş eski bir arkadaşına, her daim kullandığı ironik üslubu ile seslenmiştir: “Esenlikte daim ol. İyi yaşamaya bak. Konforlu yaşamaya bak. … Bol kazan, bol tüket. Mutluluk sence neyse ona uygun yaşa. Senin gibi beyin göçüne kalkacakları güzel örneğinle körükle.”

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde, Gazetecilik Ensitisünde, LCC Tiyatro Okulunda verdiği akademik eğitimlerde sanatı ve Tiyatro sanatını, bilimsel bir yaklaşımla öğrencilerine anlatmış ve eğitim anlayışı gereği öğrencilerine gösterdiği özenli yaklaşımla da kişisel gelişimlerine, hayata bakışlarına ışık tutmuş, dolayısıyla bireyden topluma yansıyacak olan pek çok bilgiyi ve değeri paylaşmıştır.

Haldun Taner’in hocalığına da hayatının diğer alanlarına gösterdiği özeni gösterir. Ki ne kadar titiz bir insan olduğunu, Türkiye’deki ekoloji hareketlerine verdiği destekten ötürü bu hareketlerin bayraktarlığını yapması teklif edildiğinde, bu teklifi neden geri çevirdiğini de anlatan 1978 tarihli bir yazısındaki cümlelerinden anlayabiliriz: “Ben gireceğim işlere uzun boylu ölçüp biçip girmeyi sevdiğim için bu aşamada olmadığımın da bilincindeyim. Haddimi biliyorum. İlk olarak 1962’ de Genar’da başlattığım, ondan sonra da üç genç arkadaşımla 1969’da yerleştirdiğim şu küçük Kabare Tiyatrosu için bile 1955 yılından başlayarak, kendi kendime defterler dolusu ön hazırlıklar, tasarılar, çalışmalar yapmıştım. Ekoloji gibi bir yaşam yaklaşımını benimseyip onun elebaşlığına kalkmak için ondan kat kat fazla ciddi hazırlık gerekmez mi?” (Çok Güzelsin Gitme Dur sy 52-53)

Haldun Taner’in yaptığı işlere karşı bu aşırı ciddi, araştırmacı, titiz tutumu elbette eğitimciliğine de yansımış. Bunu öğrencilerinden biri olma şansını yakalayan Ayşegül Yüksel’in bir anısından* ya da sayfalarca yazdığı eğitim bilimi, özellikle de o yıllarda pek de önemsenmeyen ama bu günün en önemli konularından biri olan okul öncesi eğitim ve çocuk psikolojisi hakkındaki yazılarından kolayca çıkartabiliriz.

Yazdığı yazılarla, verdiği derslerle, katıldığı sohbetlerle; okuyucularını, izleyicilerini, dünleyicilerini, öğrencilerini, yakın çevresini farkında olmaya davet eden Haldun Taner ülke tiyatrosunun gelişimine de aynı özenli tavrıyla katkı sunmuştur. Ferhan Şensoy’un “bir tiyatro evliyası” olarak tanımladığı Taner, ülke tiyatrosuna bizim içimizden doğan rüzgarlarla yön vermiştir. Bunun en önemli örnekleri ise ülke insanının kaygılarını konu edinerek ortaya çıkarttığı kabare tiyatrosu ve “bizim olan bir epik tiyatro” olarak tanımladığı Bizim Tiyatro’dur. Haldun Taner’in Münir Özkul ile birlikte kurduğu Bizim Tiyatro, sahnelediği, bildiğim kadaroyla, tek oyun olan Sersem Kocanın Kurnaz Karısı ile “yerli tiyatro” tartışmalarına bir sonuç örneği sunmuş ve önemli bir “yerli tiyatro” örneği oluşturmuştur. Tabii tiyatromuza bu kadar yenilik sunmuş bir “bir tiyatro evliyasının”  tiyatro yaşamının sansürle başladığını da burada söylemeden geçemeyeceğim. Haldun Taner’in ilk sahne oyunlarından olan Günün Adamı Şahir Tiyatroları’nda provadayken repertuvardan kaldırılır. Taner, 1958 yılında yazdığı ön sözle kitap olarak bastırdığı metninin hikayesini “Bu piyesi dört yıl evvel, bir tatil ayında, sırf el alıştırmak için karaladım, ilk hikayelerimi herkesten gizlemeyi nasıl bir saygı borcu bildimse, tiyatro alanındaki bu denememi de ele güne çıkaracak değerde bulmuyordum. Nitekim Günün Adamı üç koca yıl çekmecede uyudu durdu. Sonra dostlar aklımı çeldiler. Piyes Şehir Tiyatrosu’na sunuldu. Kabul edildi. Roller dağıtıldı. Tam oynanacakken temsili zararlı görülerek repertuardan indiriliverdi…” (Günün Adamı/ Dışardakiler Bilg Yayınevi) cümleleri ile anlatır. Zaman gerçekten eğri!

Haldun Taner’in tiyatrosunu, oyunlarını incelemek ve bir kaç sayfada özetlemek benim boyumu aşacak bir iş olduğundan ve zaten bu anlamda birbirinden kıymetli yazılar ve kitaplar hazırlanmış olduğundan (en önemli örneği sayın Ayşegül Yüksel’in Haldun Taner Tiyatrosu adlı kitabıdır bence…) bu faslı burada bitirip Haldun Taner’in diğer ilgi alanlarından en önemli ikisine biraz vurgu yapmak istiyorum: Ekoloji ve Pedagoji. Modern dünyanın önemini tam olarak bu gün anladığı bu iki başlık 1960’larda Haldun Taner’in gündeminde olan konulardı ve bu iki başlığın önemini vurgulamak için sayfalarca yazı yazdı, öykülerine konu etti, katıldığı konuşmalarda anlattı.

Dünyadaki ilk çevreci siyasal partilerden bir olan Alman Yeşiller Partisi kulaklarımıza ilk onun cümleleri ile taşındı: “Yeşiller, bu seçimde herkesi şaşırtan bir hamle ile meclise dört milletvekili sokuverdiler. Bu, Yeşillerin sözcüsünün de televizyonda belirttiği gibi “tarihi bir olay”dı.”(Berlin Mektupları/ Bir Ara Seçimin Düşündürdükleri sy 49. -21 Ekim 1979-) Bir Kavak ve İnsanlar adlı öyküsüyle doğaya hükmetme çabamızı Haldun Taner mizahıyla anlattı. Hükümetlerin çevre programlarını gündeme taşıdı, eleştiriler getirdi, çözüm yolları önerdi. Bu gün pek çok siyaset bilimcinin, ekonomistin ve strateji uzmanının itiraf ettiği, “son dönemde tırmanan terör olaylarının en önemli sebebi küresel ısınma ve su kaynaklarıdır” kaba cümlesinin her daim farkındaydı. “İnsanlığın mutsuzluğunun bir nedeni de galiba, daldığı keşmekeş içinde doğayı az çok unutmasından geliyor” (Çok Güzelsin Gitme Dur/ Doğaya Doğru sy 26 1978)

Haldun Taner, yine bu gün geldiğimiz noktada çok önemsenen Çocuk Psikolojisi ve Çocuk Eğitimi Bilimi üzerine de sayfalarca yazı yazmış bir aydınlık zihindir. Bu bağlamdaki bakışını da yine kendi cümleleri ile anlatmak istiyor ve Haldun Taner’in “Düz Yazılar” alt başlığı ile yayınlanmış kitaplarını okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. “… Çocuklarımızı kendi yetiştiğimiz gibi yetiştirmek, kendi modelimize göre yoğrumak hakkı bize verilmiş değildir. Tam tersine gelecek kuşakların bizden  iyi olmasını, çok ama çok iyi olmasını istemek zorundayız. Kendi kısıtlı ufuk açımızın, kendi bilgisizliğimizin, kendi önyargılarımızın ve tutarsız gelgeç değer ölçülerimizin kalıpları ile çocuk yetiştirmek, kendi hatalarımız ve eksiklerimiz uzantısında  ısrar etmek demek olur. Canlı yaratıkları, bizim sulbümüzden geldikleri gerekçesi ile bu cezaya çarptırmaya insan hakları açısından hakkımız yoktur.” (Koyma Akıl Oyma Akıl sy 80)

Haldun Taner’den bahsederken atlanamayacak en önemli başlıklardan biri de öykücülüğüdür sanırım. Pek çok insanın, özellikle de tiyatrocunun, tiyatrocu kimliği ile tanıdığı Haldun Taner’in muhteşem bir öykücü olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tiyatro yazarlığının da temelini oluşturan “iyi öykü kurmak” kuralı Haldun Taner’in çok çeşitli ilgi alanları, duyarlılığı sebebiyle oluşan kaygıları ve inanılmaz ironi kurma becerisiyle birleşince ortaya keyifle okunan bir anlatı ustalığı çıkıyor. Tuş, Bir Kavak ve İnsanlar, Yalıda Sabah, Şeytan Tüyü… aslında neredeyse öykülerinin tamamı bu anlatı ustalığının ispatı niteliğinde.

Bu yıl 100. doğum yılını kutladığımız gazeteci, tiyatrocu, eğitimci, öykücü, düşünür ve “aydın” Haldun Taner, fiziki dünyamızdan ayrıldığı 1986 yılına kadar UNESCO’ da dahil olmak üzere pek çok uluslararası alanda ülkemizi temsil etti, üretimleri pek çok dilde yayınlandı, sahnelendi, ödüllendirildi, tiyatro dünyamıza birbirinden güzel oyunlar ve önemli yenilikler hediye etti… Bize de kuru bir teşekkür kaldı: Teşekkürler Haldun Taner bu topraklarda varolduğun için.

 

* Ayşegül Yüksel- Haldun Taner Tiyatrosu.

 

TEŞEKKÜR NOTU: 2015 yazını Haldun Taner’in cümleleri ile geçirmeme vesile olan İKSV Tiyatro Direktörü sayın Leman Yılmaz’a Haldun Taner belgeselinin senaryosunu emanet ettiği için, sevgili yönetmenimiz Selçuk Metin’e keyifli bir çalışma süreci oluşturduğu için, sevgili Handan Uzal ve Ayşe Draz’a sürece sundukları katkı için teşekkür ederim.

Sayın Demet Taner’e cömertçe paylaştığı fikirler ve bilgiler için teşekkür ederim.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

Sponsorlu Bağlantılar
reklam
  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
Antika Alanlar
Antika Alanlar
Antika Alanlar
ikinci el saat
chicken slaughterhouse
poultry slaughterhouse
turkey slaughterhouse
poultry equipment
köpek kıyafetleri
antika alanlar
rfid depo
barf mama